‘Dışarıda ne kadar çok kalırsak düşüncelerimizde de o kadar fazla hava ve
gün ışığı olacaktır.’ Thoreau
Sabah erkenden, ya da öğle yemeğini takiben, olmadı ay
dedenin peşinden atardık kendimizi dışarı. Dışarısı büyüklere de iyi gelirdi, bebeklere
de… Uyuyamayanları sallardı bulutlar, sıkılanları kovalardı yağmur. Yorgun
kafalar denizle dinlenir; yorulmak bilmeyenler atlar, hoplar, koşar, kayardı…
Kapı önüne de çok çıktık, şehir dışına da… İrili ufaklı maceralar birikti
kumdan kaleler gibi ve geçti yıllar ben bir şey anlamadan; rüzgâr ve masal gibi…
Pek çok hayvanla yakın temas kurduk. Kiminin hayatını kurtardık, kiminin ölmesi gerektiğini kabullendik. Çamura bulandık, ıslandık. Yanlış yollara saptık, sora sora Bağdat’ı bulduk. Köylerden geçtik -bir içim su-, göllere daldık buz gibi. Şelale sesleri sesimizi bastırdı, tepelere çıktık avaz avaz bağırdık; yankımıza keçiler mêledi... İnsanlar tanıdık sayısız; kimi sözleriyle kimi çorbasıyla bizi besledi...
Isırganlar ısırdı,
kıymıklar battı, oradan buradan düştük; dikişler atıldı. Hiç bilmediğimiz
şeyler alerjiyle selam çaktı. Bazen de içimizde hır-gür ettik, canımız yandı.
Ama sonunda... Sonunda hep sarıldık uyuduk birbirimizin kokusunda, kanadında...
Babam da rüyama sızdı hep öyle zamanlarda; sükûnet yolladı bize Hüseyni
makamında…
Çok sıkışınca sağa çekip mısır tarlasına çiş yaptık. Şarjlar bitince harita kullanmayı öğrendik. Bazen güvendiğimiz dağlara karlar yağdı, ama o karlar bile eridi, hayrımıza su oldu.
Bunların hepsi ve daha nicesi kocaman
bir XP paketi* olarak hesabımıza yüklendi. AyşeCan buna şükredebilecek yaşta
değildi, hâlâ da değiller ama bir tohum kaçtı içlerine ben biliyorum. Zamanı
geldiğinde o tohum yeşil bayrağını açar güneşe doğru, eminim.