3 Şubat 2025 Pazartesi

12. Bodrum'la Flört


Doğadaki Son Çocuk’u okurken, büyük şehirlerden çoluk-çocuk Bodrum’a taşınmış kişilerle tanıştırıldım. O kadar merak ettim ki neler yaşadıklarını, bu maceranın nasıl bir şeye benzediğini, yazdığım kitap için onlarla röportaj yapmak üzere Bo
drum’a gittim; ilk seferinde, tek başıma.

Ben sanki burada doğmuştum, hep burada yaşamıştım da yolunu kaybetmiş bir köpek gibi yıllardır ona geri dönmeye çalışıyordum. Bodrum'la kurduğum ilk temasta hissettiklerim böyleydi. Bunun nasıl güçlü bir his olduğunu anlayan dostlarım oldu, ama en yakın ailem için ‘ayrılık’, kendimi ifade etme girişimlerimi  azgın ve gürültülü bir nehir gibi yuttu durdu. (Zaten çocukluktan beri kendimi sadece yazarak iyi ifade edebildiğimi düşündüğümden, düzinelerce 'günlük' miras bırakmışımdır gelecekteki kendime. Benim seçtiğim yollar, Robert Frost'un tercih ettiği 'daha az gidilmiş olanı'ndan oluyor bir şekilde. Bu hep başta aramı açıyor sevdiklerimle ama çok şükür tatlıya bağlanıyor zaman geçtikçe.

Konuştuğum insanlar orada mevsimin ne kadar yumuşak, tabiatın muhteşem, yiyeceklerin doğal, muhitin güvenli ve yaşam şartlarının kolay olduğundan bahsediyordu. Röportajları yaparken sıklıkla dikkatim dağılıyordu; benim çocuklarımın da bu şartlarda büyümesinin ne güzel olacağını hayâl ederken buluyordum kendimi ve tekrar konsantre olmaya çalışıyordum.


Bodrum’da iki gün kaldım. Dönüş uçağında, hiç hesapta yokken-daha doğrusu
hayallerimi dillendirecek kadar cesur değilken- kırsalda yaşamak için bir ateş düştü içime.
Öyle güçlüydü ki bu ateş, her zaman yanımda bir iyi niyet temsilcisi gibi yürüyen ‘İnşallah!’ları geçerek, Bodrum’daki evimizin bahçesinde oynayan küçük Can’la Ayşe’nin resmini ‘yaşanmış’ bir gerçeklik gibi gördüm.

O uçakta bir defter kenarına yazıverdiğim cümleleri buldum yakınlarda. Kısa ama keskindi:

Bulutların üstü o kadar düz ki, Grönland'ın buzdan sonsuzluğunu geçiyor gibiyim. Yaşamak istediğim yerden yaşadığım yere 'düşüşü' ancak böyle ulu bir boşluk yumuşatabilirdi zaten. İçecek servisi yapan hostesin yüzüme baka baka beni pas geçmesi de gösteriyor ki aslında bu uçakta ben yokum, sadece bavulum var. Bense yeşille mavinin ortasında, begonvilli kapıların arkasında kalmışım. Bir yerde yaşamak istemek 'hayal' mi? Gözümde büyüttüğüm, denemeye korktuğum, ödümü patlatan o şey neyse, 'benim hayal ürünüm olmasın? Beton ve plastiğin, tüm sıkışıklığı ile gri bir enerjinin içinde debeleniyorsam; kontrolsüz gücümden korkuyor, asabi hallerden çıkamıyorsam; ve de çocuklarım bu enerjiyi, paratoner gibi çekerek büyüyorsa, doğayla daha iç içe yaşamak ancak reçete olabilir, 'hayâl' değil.

İki ay sonra Gümüşlük’e yeniden gittim; bu kez mandalina kokulu tatlış bir evi kiralamak için, hem de çok ucuza. Nasıl oldu halâ aklıma geldikçe inanamıyorum. Sanki istedim, çok istedim, sihirli bir lamba ovaladım ve daha lambayı elimden bırakmadan her şey gerçek oluverdi! Ne başına buyruk ne de yol geçen hanı; köy içindeki kocaman bahçeli bu evin duvarında oturdum... Kuş seslerini dinledim; etrafta salınan tavukların bahçeme girip girmemekte yaşadıkları tereddüte güldüm; melodikasıyla Nilüfer’in eski şarkılarından birini çalan tatlı bir kızın ‘Hoşgeldiniz, hayırlı olsun!’unu aldım. Kaplumbağa, tavşan, tavuk, kedi ve köpek misafirhanesi olabilecek bir bahçede, ‘AyşeCan Harikalar Diyarında’ olacak diye düşündüm, bunu seyrettim, ve heyecandan tavşanın deliğine düşüverdim!

'Kaderi' konuşuyoruz da bazı bazı, eşim Gökhan'la... Oralarda başımıza bir şeyler de gelebilirdi, iki küçük bebekle. Ailemin sitemleri, küsmeleri, korkmaları, uykusuz geceleri haklı çıkmış olabilirdi. Ama olmadı. Her şey tersine, benim kaleme aldığım bir peri masalının beyaz perdeye uyarlanması gibi oldu. AyşeCan ve ben, o filmde 5 ay oynadık.     

                   

Çocuklarla kırsala yerleşme peşinde, hayalinde, ötesinde -berisindeyseniz, bunu yıllar önce yapmış olan Aysun Yontar, Ayşegül Saner ve Murat Ateş ile yaptığım röportajlar size hitap edecek, fikir verecektir. Onlara, 13 yıl sonra tekrar teşekkür ediyorum, bana ve sorularıma vakit ayırdıkları, yaşadıklarını ve düşüncelerini samimiyetle anlattıkları için. 

     İşte sorularım, ve 3 ebeveynin verdiği cevaplar...

1) Bodrum’a nereden taşındınız ve taşınma sebeplerinizden, varsa, “doğa ve çocuk”la ilgili olanları paylaşabilir misiniz? 

    A. Yontar: Uzun yıllar yurt dışında, Almanya da yaşadım. Bir tiyatro sanatçısı ve kültür -sanat menajeri olsam da çocuklar, gençler ve yetişkinlerle gerçekleştirdiğim tiyatro pedagojik çalışmalarımla edindiğim deneyimler mesleki ve özel yaşamıma yön verirken, oluşan farkındalığım bana işimin ve bilgimin aslında doğup büyüdüğüm ülkemin insanında yoğrulması gerektiğini gösterdi. Bu gerekçenin karmasında gelişen olayların akışında kendimi Türkiye de buluverdim. Bodrum’a gelişim çok özel nedenlere bile dayansa, verdiğim kararın kesinliği Bodrum’un halen doğal dünyasını nispeten koruyabilmiş olmasıydı. O zamanlar sekiz yaşındaki oğlumun doğaya bağlılığı, bir çiftlik evinde koyunlar, tavuklar, kedi ve köpeklerle yaşama isteği ve onun deyimiyle toprak ananın göbeğinde yetiştirmek istediği sebze ve meyveleri, bana Bodrum’da yaşama kararının doğru olduğunu gösterdi.

    Buranın doğası, sadece tabiatında, solunan havasındaki duru oksijeninde ve Akdeniz’in kendini sahile salıveren çekici coğrafyasında sınırlı kalmıyor, antik kentlerinin günümüze kalmış kalıntılarında halen yaşayan büyülü tarihi de Bodrum’un gerçek çehresini oluşturuyor.

    Oğlum ve benim için hem bedenimize hem ruhumuza hem de zihnimize şifa veren büyülü bir alan burası. 

A   A. Saner: Ailecek doğal hayatı istediğimiz için.


1)   2) Bodrum’da “çocuk” olmak ve de “çocuklu” olmak büyük şehirdekinden daha kolay/eğlenceli/avantajlı mıdır? (Soru “evet” cevabını vermenizi ummaktadır; siz yönlendirmelere aldırmayınız!)

A. Yontar: Büyük şehirden Bodrum gibi bir sahil kasabasına yerleşmek için karar veren aileler, entegrasyon aşamasında iki sorunla karşı karşıya kalıyorlar ki ben bu soruna bir isim verdim; ‘’Bodrum Sendromu’’

Ebeveynlerin şehir yaşamından köy-kasaba yaşamına kaçışlarında yaptıkları seçim ve verdikleri kararlara ne kadar hazır oldukları tartışılır bir durum.

İlk olarak Bodrum’a gelirken şehir yaşamını ve alışkanlıklarını ne kadar arkalarında bıraktıkları ya da bırakabildikleriyle alakalı.Tıpkı soğuk bir ülkeden sıcak bir ülkeye yapılan yolculukta üzerimizde taşıdığımız paltonun sıcak ülkede ihtiyaç duyulmayacağı halde yanımıza almamız, hatta yolda üşütebiliriz korkusuyla üstümüze giyip ne yolculuk boyunca, ne yeni ülkeye geldiğimizde ne de kaldığımız süre boyunca üzerimizden çıkartmamamız. Bir de bunun üstüne farkına varamadığımız bu durumda sıcaktan boğuluyoruz serzenişlerinde yolculuğun asıl amacındaki sıcağın keyfini çıkaramamamız ekleniyor. Kısacası hayatımızı ne kadar fark ederek yaşıyoruz!

İkincisi ise gerçekten vermiş olduğumuz karara ne kadar hazırız. Burada da verebileceğim en iyi örnek evdeki hesabın ne kadar çarşıya uyduğu ile alakalı. Doğa ile birlikte, doğadan gelen nimetlerle yoğrulmak için hem cesur olmamız hem de biraz donanımlı olmamız gerekiyor. Bir çiftlik evinde hayvanlarınla, ekip biçtiğin toprağınla, denizin derinliğiyle, kumsalın bekâretiyle yaşama arzusu… Ancak hayallerin gerçekleştiği bu mekanda realite biraz farklı görünüyor. Kendini Bodrum’un beldelerinde kurulan köylerde şehirli edasında salınan yaşamı fark ediyorsunuz. Sokaklarda oynayan çocukları, aileleriyle çizdikleri mutlu tabloların çerçevelerine coşkudan sığamayan ebeveynleri göremiyorsunuz. Birçok beldeye kurulmuş AVM lerin dolup taşması, yerleşim yerlerinin seçiciliğinde, sakin ve huzurlu meskenlerin inanılmaz fiyatları, ya da uygun fiyatlı konutların iç içeliği, yalıtımdan uzak oluşu ve nemi ve ulaşım- alt yapı yetersizliği, okulların sınıf ve öğretmen yetersizliği, özel okulların sadece para üzerinde var oluşu insanları hayal kırıklığına uğratıyor. İşte, cesaret, bilinç ve donanımlı olmak burada asıl gereken.

Bodrum'un hakiki değerlerini algılayamamak ve yaşayamamakta olduklarını düşünmekteyim. Ancak düşlerine, yaşam tarzlarına entegre olabilen ebeveynler henüz bunu Bodrum da karaktersel bir yaşam biçimine dönüştürebilecek çoğunluğa ulaşamamıştır.

Ancak şehirden daha dingin, bir o kadar da daha heyecan verici olduğunun, tabii organik yaşantının içinde olduklarının farkındalığında olan ebeveynler Bodrum un doğasını yaşayabiliyor, zevkini alabiliyorlar.

Bodrum'da çocuk olmak ve yaşamaksa ebeveynlerin farkındalıkları ve cesaretleri derecesinde hayata geçebilmekte…

Ben ve oğlum Bodrum'da olmaktan hem keyif alıyor, hem de zihnimizin, bedenimizin, ruhumuzun buranın tabiatıyla paralel geliştiğini, genleştiğini hissediyoruz. 

A. Saner: Kesinlikle evet.

1)      3) Büyük bir karmaşadan büyük bir sükûnete taşınan çocuk bocalar mı? Yoksa ‘bocalamak’, ebeveynin çocuğa istemeden ataçladığı kendi dosyalarından biri midir?

A. Yontar: Çocuk, kanımca karmaşa ya da sükûnet duygusunu ebeveynlerinin düzeni, iç huzuru ve kararlığı oranında algılar ve yaşarlar.  Çocuklarımızın, iç dünyamızın aynaları olduğunu varsayarsak ki kanımca evet, ‘bocalamak’ nitelemesindeki atacı çocuklarımıza yapıştırmamızın asıl nedeni,  aynada görmekten çekindiğimiz iç dünyamızdan kaçışımızdır, diyebilirim. 

A. Saner: Hiç bocalamaz. Benimki bocalamadı; ilkokul 5. sınıftaydı geldiğinde.

M. Ateş: Bu, anne ve babanın o beton yığınları arasında çocuklarına verdiği doğa sevgisiyle ilgili olmalı... Karpuzun ağaçta yetiştiğini sanan çocukların kısa bir dönem bocalaması mümkün elbette... Hoş koskoca ineğe keçi diyen yetişkin şehirlileri de görmüşlüğüm var naçizane!! 2 aylık kangalımı getirirken bindiğim taksinin Sivaslı şoförüne sormuştum, " ne yapacağım ben bunla?" diye.. Verdiği cevap sanırım irili ufaklı bütün insanlar için de geçerli: "Ayakları toprağa değsin, o bilir ne yapacağını!"

1)      4) İstanbul ebeveyni “soğuk”tan kaçınır. Yağmur/kar ve rüzgârlı havalarda dışarıda pek çocuk göremezsin. Bodrum’daki çocuklar da “içe” kapatılır mı bu havalarda?

     A. Yontar: Kendi doğamızdan, daha annemizin güven çeperi olan rahminden ayrıldığımız andan itibaren sanki sistematik bir şekilde uzaklaştırıldığımızı hemen hepimiz iddia ederiz. Ve doğada kendimizi yeniden keşfetmek bir yana tanıdığımız, öğrendiğimiz, bilinçaltımıza işlenmiş değer yargılarımızın esiri olarak doğal bir ortamda edinebileceğimiz tecrübelerimize en baştan ket koyarız. Bu durumda Bodrum’da da daha yağmur arifesinde çocuklar evlerine çağrılır, korunmaya alınır. Gerçekleşebilecek bir hastalık esnasında antibiyotiğe sarılmaktan çekinmemek bu absürt duruma ivme kazandırmakta.

 Ancak çocuklar, anne ve babaları bir yağmur esnasında yağmurun altında çalışırken, pazarda alışveriş yaparken, ıslık çalarak yürüyüş yaparken ve hatta dans ederken görebildiğinde yağmuru farklı anlayıp, hasta eden değil de şifa veren kudretinden pay alabileceklerdir. 

A. A. Saner: Kapatılmaz! 

1)    5) İstanbul annesinin korktuğu bazı karakterler vardır;  trafik canavarları, kapkaççılar, gündüz gözü yanaşan tinerciler, çocuk parkında dolanan alkolikler, uyuşturucu satıcıları vb. Bodrum annesinin korktuğu karakterler/şeyler de var mıdır, varsa kimler/nelerdir?

A. Yontar: Bodrum alt yapısı henüz hazır olmadan gelişen ve genişleyen bir yerleşim yeridir. Geçmişin balıkçı köyünü önce yaratımlarını doğa ve denizle yoğurup bohem yaşamlarına entegre eden sanatçılar, sonra da şehir yaşamının stresinden kaçan emekliler ve çocuklarını doğayla tanıştırmak için Bodrum’a getiren ekolojik bilinci olan aileler takip eder.

 Ancak, gerek Bodrum’un sosyal ve siyasi yönetimi gerekse nüfus artışına karşı duyarsızlığı, özellikle çocuklara, gençlere ve annelere yönelik sosyal hizmetlerinde yetersiz kalmıştır.

 Modernleşme ve gelişme adına kurulan büyük alışveriş merkezlerinin bu ihtiyaçlara cevap verdiği kanısında olan belediyeler Bodrum’un doğasını, bakir zenginliklerini göz ardı etmiştir. Doğru eğitim adına kolejler, özel okullar, etütler, dershaneler inşa etmiş, ancak donanımlı kütüphaneleri, çocuk ve gençlere yönelik müze, bilim-araştırma merkezleri, kültür-sanat etkinlikleri, doğal hayvanat bahçeleri, oyun parkları ve gençlik merkezlerini tamamıyla ihmal etmiştir. Okul, ev, dershaneler, etüt merkezleri arasında büyüyen çocuklar ileriki safhalarda genç bir birey olarak enerjilerini nereye kanalize edeceğini bilemez olmuş, erken yaşta alkol tüketimi ve uyuşturucu kullanımına başlayıp, cinsel yaşamalarına hazır olmadan tatbik etmeye başlamışlar. İşte saydığım bu üç unsur ebeveynlerin Bodrum’da korkulu rüyası haline gelmiştir.

A. Saner: Çocuğunu sakınmak annelik kaynaklı ama burada minimum seviyede.


1)     6) İstanbullu bir anne çocuğuna sık sık “Koşma!”, “Düşersin!” ve “Üşüyeceksin!” der. Bodrumlu bir anne de bu üçlemeyi sever mi?

 A. Yontar: Bu sorunuza gülümsemekle başlıyorum. Öncelikle buradaki ailelerin birçoğu her ne kadar sorulduğunda elbette Bodrum’ a yerleşme nedenlerinin bilinçli yapıldığının cevabını verseler de, aslında geliş nedenlerinin aslında büyük şehirden kaçış olduğudur. Ne demişler, kaçan kovalanır. Aslen kaçtıkları ise kendileri ve yaşam biçimleri olduğundan, nereye giderlerse gitsinler tüm alışkanlıklarını da beraberinde getiriyorlar.

Köy tavuğu, yumurtası, sütü, yoğurdu, peyniri ve bazen hatta sebzesi ve meyvesini süpermarketlerden almayı tercih ediyorlar. Alışkanlık mıdır bilemiyorum, ancak süpermarketlerin cazibesi ve uygun fiyatı onları halen etkilemekte.

Evet, “Koşma!”, “Düşersin!” ve “Üşüyeceksin!” gibi tavırlarda ebeveynlerin alışkanlıkları içerisinde. Ancak bu daha çok Bodrum’ a henüz entegre olamamış taze ebeveynler için diyebiliriz. Sonrasında düştükleri başka bir durum var ki, bu diğerinden çok daha olumlu sayılmaz; Bodrum halkının lakayıtsızlığı, belki de tabiri caiz ise tembelliği, ilgisizliği ve farkındalıksızlığı bulaşıcı gibi sanki. Çocukların üzerine fazla titreyen ebeveynler, birden inanılmaz bir ilgisizliğe maruz kalıyor, ilginin çocukları sanki başlarından savarcasına okul dışında sunulan etüt ve dershanelere, eh bazı az da olsa biraz daha bilinçli ebeveynler tiyatro, spor, dans gibi kısıtlı etkinliklere sanki nefes alabilme adına gönderiyorlar. Çünkü takdir edersiniz ki çocuklara verilen eğitim ancak ebeveynlerin ilgisi, desteği ve övgüsü ile ortak bir paylaşım ağında sabitlenir, gelişir.


1)      7) Çalışan İstanbullu ebeveynin en yakındığı şey “trafik”, “yorgunluk”, “yoğunluk” ve “çocuğuna yeteri kadar vakit ayıramamak”tır. Çalışan Bodrumlu ebeveynin yakındığı bir şey var mıdır?

A. Yontar: Çalışan ebeveynlerin, dünyanın neresinde olursa olsunlar çocukların ayırdıkları zaman elbette yetersiz kalacaktır. Ancak İstanbul gibi bir metropolde ev ve işyeri arasında harcanan zaman Bodrum’da kazanımlı bir yaman olmakta. Elbette kalan süre zarfında çocuğa ayrılan zamanın nasıl ve ne kadar değerlendirildiği ise sadece bir bilinç meselesi.

Ben ve benim gibi ebeveynler çocuklarıyla geçirdikleri boş zamanlarını, sahilde yürüyüş yapıp, midye ve taş toplayarak, bunlardan yaratıcı nesneler yaratarak, tepelere tırmanıp kekik, adaçayı, ısırgan, ebegümeci, hindiba, yabani kuşkonmaz, kuzukulağı, mantar ya da çiçek toplayarak, antik kentleri ziyaret ederek, keşfedilmemiş koyları, ormanları keşfederek, kamplar kurarak ya da hatta toprağı hep birlikte ekip biçerek, hayvan besleyerek, köy sütünden yoğurt mayalayarak ta geçirebilirler…Her şey istek, bilinç, farkındalık ve zaman menajerliğinden ibaret.

Tahmin edebileceğiniz gibi Bodrum gibi henüz(!)sakin bir sahil kasabasında İstanbul’da yaşanan yoğun ve stresli yaşam kendini sesliğe ve sükûnete bırakmakta. Turizm sezonlarındaki kalabalık ve müziğin getirdiği ekstralar nasıl algıladığımıza bağlı; İstersek bunu Bodrum’a yazları gelen neşe ve renk olarak görebilir ya da huzurumuzun kaçışından şikâyetçi olabiliriz…

Murat Ateş: Bodrum’a has, özel bir şikayet ben bilmiyorum.. Aslında çocuklar konusunda Tom Sawyer ın teyzesinin şikayetleri her ne ise, ondan farklı değildir kuşkusuz.. Annelik bir iklim kuşağı ya da bir sosyal sınıf gibi çok benzer davranış biçimleri içerdiğinden Kars, Bodrum, New-york ya da Tokyo’daki annelerin şikayetlerinin de ortak olduğunu düşünüyorum; en azından ana başlıklar aynı; sabah çocuğu okula hazırlamak, ev işleri, okuldan gelecek kahvaltı, vs.. 

1)      8) İstanbul’da bir çocukla yapılacak şeyler yap yap bitmez; (trafiği göze alırsan) bir yığın müze, sergi, park, tiyatro, sinema, etkinlik, spor okulu, oyun kulübü, sanat kursu, çocuk kitapçısı bulabilirsin. Bodrum’a taşınan çocuğun aktivite seçeneği: a) azalır b) aynı kalır c) azalmaz sadece seçenekler değişir

A. Yontar: Altıncı ve yedinci sorunuzda da yanıtladığım gibi sosyal altyapısı yetersiz bir sahil kasabasındayız. Ancak bilinçli ebeveynler olarak büyük şehri arkamızda bırakabiliyor ve Bodrum’un zenginliklerini değerlendirebiliyorsak, sadece seçeneklerin değiştiğinden bahsedebiliriz.

M. Ateş: Burada yaşayan çocukların daha az seçeneklere sahip olduğunu  düşünmüyorum.. Üstelik en az 5 ay girilebilir  bir deniz  olmasının, gerek yüzme gerekse  diğer  su sporları  konusunda buradaki çocuklara  daha fazla seçenek sağladığı da  düşünülebilir... Bir sürü çocuğun, karnelerini saymazsak, ilk “resmi belgeleri”nin optimist sertifikası olması bunun kanıtı olsa gerek..! Onun dışında  kalabalık kentlerin çocuklara sunduğu, soruda adı  geçen bütün 'nimetler' zaten mevcut..

2)   9) İstanbul’daki yaşama şartları ve temposu beraberinde çocuğunun “en iyi” okulda “en iyi puan”la okumasını isteyen ebeveyn karakterini ister istemez yaratır. Bodrum’daki yaşam, oradaki ebeveyni bu hırstan arındırmış mıdır, arındıramamış mıdır?

 A. Yontar: Maalesef tekrar etmek zorunda kalıyorum ki Bodrum’a entegre olamamış, büyük şehir sendromundan kutulamamış aileler bu hırstan da kendilerini arındıramamış. Ayrıca eğitim ve öğretim kurumlarının sınava yönelik baskıları ve eğitmenlerin sistemde yetersizlikleri veya çok yönlü olabilecek eğitmenlerin ise müfredat baskısı altında ellerinin bağlanması doğal olarak ailelerin hırslarını daha da törpülüyor.

A. Saner: Genelde arındırmıştır; arınamayan şehre geri dönüyor.


1)      10) İstanbul’un göbeğinde, çocuğunu marka oyuncak/kıyafet/eşyadan uzak, “doyumsuz biri olmasın” arzusuyla büyütebilmek çaba ister. Bodrum’da bu çabaya gerek kalmaz mı; yoksa TV’nin varlığı, şımarık bir oyunbozan gibi her yeri karıştırır mı?

A. Yontar: Medya kurulduğu günden bu yana görevini mükemmel bir şekilde sürdürmüştür. Kapitalist bir sistemin insan avcısı maalesef Bodrum’da da hem çocukları, hem gençleri hem de yetişkinleri yakalamayı başarıyor.  Ve yine her şey kültürlü, bilinçli ailelerin doğru çabasında muvaffakiyet kazanabiliyor.

A. Saner: Burada minimumda yaşanıyor; eskiden çok daha iyiydi.

2)  11) İstanbul ebeveyni, yavrusunu hormonsuz, ilaçsız, fabrika çıkış genlerinde besinlerle beslemek için çırpınıp durur ve buna bir servet harcar. Bodrum annesi aynı dertten mustarip midir, yoksa muaf mı?

Muaf!!  Elbet bu da onların isteğine bağlı.

12) İki anneyi yan yana koysan, davranışlarına bakarak hangisinin İstanbul’da hangisinin Bodrum’da çocuk büyüttüğünü anlayabilir misin?

A. Yontar: Büyük şehir sendromundan kurtulamayanlar dâhil Bodrum’daki tüm annelerin davranış biçimlerinde İstanbul’dakilere nazaran daha huzurlu, sakin ve kendine güvenen bir tabloyla karşılaşıyoruz.

M. Ateş: Çocuğunu deniz kenarına getirip " üstünü ıslatmaaa!" diye yırtınan anne, yılın 15 günü buraya gelen yazlıkçı site sakinidir. Yaz/kış burada yaşayan anne asla bağırmaz, çünkü en az 2 yedek kıyafet getirmiştir çantasında...!

13) Çocuklu İstanbul ailesi Pazar’ları doğaya kaçar. Çocuklu Bodrum ailesi Pazar’ları ne yapar?

A. Yontar: Beni yine güldürdünüz. Burada ailelerin birçoğu alışveriş merkezlerini ziyaret ediyor. Sanki kasaba hayatında çocuklarına İstanbul ve gibi şehirlerde verilebilecek yaşamı böyle kompanse etmeye, çocuklarını şehirli edasına bürümeye uğraşıyorlar. Sanki şehirden uyak olmak yoksun olmak gibi geliyor bazılarına…

A. Saner: Yeni açılan AVM’lere gider, değişiklik olsun diye!


14) Yaşamına Bodrum’da devam etmeyi seçmiş bir aile, İstanbul’a dair bir şeyi hiç özler mi? (Çocuk ve ebeveyn için ayrı cevap veriniz)

A. Yontar: Elbette büyük şehrin canlılığı, albenisi, kültürel ve sanatsal etkinlikleri ebeveynler tarafından özlenir oluyor Bodrum’da.

Çocuklar her şeye kolay adapte oluyorlar. Hele doğanın hüküm sürdüğü bir yere adapte olmaları daha kolay olup onları mutlu ediyor. Ancak ileri yaş çocuklarına ebeveynleri tarafından sosyal yaşam adına bir yardım gelemiyor, onları arkadaşlarıyla beraberliğe yönlendiremiyorlarsa, çocuklar daha bir bilgisayar ve televizyon çocuğu oluyorlar. Ancak bu sosyal ağ kurulduğu takdirde Bodrum’da çocuklar eski yaşamalarımızda olduğu gibi arkadaşlarına aileden sayacak kadar yakınlaşabiliyor, birbirlerini rahatça ziyaret edebiliyor, gecelerini değişimli olarak birbirlerinin ailelerinin yanında kalarak geçirebiliyorlar.

Gençlerin durumu ise farklı. Onlara yönelik spor hariç hiçbir etkinlik ve imkan olmadığından çok çabuk boşluğa düşüyor ve şehir hayatını özlüyorlar. Maalesef uyuşturucu, alkol ve hatalı cinsel yaşam onlara burada kucak açıyor.

A. Saner: Sadece aile büyüklerimizi özleriz.